Kuraklık mı Dediniz? Önce Türkiye’nin İklim Karnesine Bakalım.
2009 yılında Kopenhag’da gerçekleşen 15. Taraflar Konferansı, iklim müzakereleri açısından önemli tartışmaların olduğu bir zirve idi. Zirvede gerçekleşen yan etkinliklerin birinde, Kopenhag’da yaşayan farklı inançları temsil eden ve aralarında bir imamın da bulunduğu 3 dinin temsilcisi iklim değişikliği konusunda görüşlerini paylaşmıştı. Sıra sorulara geldiğinde, bir gazeteci din ve kader ilişkisine dair bir soru sordu. Aslında, iklim değişikliğinin bizim değil, tanrısal bir şey olduğunu iddia edenlerin sorusunu sormuştu. Soruyu cevaplayan konuşmacı “lütfen insanoğlunun hatalarını tanrıya mal etmeyin” diyerek konuyu en temelden cevaplamıştı.
Şimdi sahneye buradaki 3 din insanı yerine 3 politikacı koyalım ve kuraklık meselesine yaklaşımlarını görelim. Başbakan yardımcısı Bülent Arınç, katıldığı bir açılışta “ ’Ya Rabbi bizi rahmetsiz bırakma. Yağmurdan mahrum etme’ dedik. Sanki tutacak gibi.” diyerek kuraklığa yaklaşımını ortay koydu. Orman ve Su İşleri Bakan Veysel Eroğlu ve Tarım Bakanı Mehdi Eker dua ederek, insanları dua etmeye çalışarak hükümetin yaklaşımını ortaya koydu.
Ne gariptir ki, 3 farklı dinin mensubu iklim değişikliği konusunda dua etmek yerine “insanoğlunun hatalarını”, politikacılarımız ise politikalarını düzeltmek yerine dua etmemizi işaret ediyor.
Kuraklığı kim çıkardı?
Tarih boyunca bir dizi kuraklık yaşandı. Yaşanan bu kuraklık felaketlerine karşı, insanoğlu doğayı gözlemlemeye çalıştı, iklim olaylarına karşı uyum sağlamayı öğrendi.
Bugün çok daha geniş gözlem ve modellemelerle doğayı çok daha iyi gözlemleyebiliyoruz. En basitinden, Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün analizlerinde ülke genelinde aylardır kuraklığı haritalarına işlemiş bile. Ancak bakanlarımız buna bakmak ve politikalarını sorgulamayı tercih etmiyor.
Sahip olduğumuz bilgi birikimi ile doğaya uyum sağlama konusunda 3 bin yıl önce kuraklık yaşayan uygarlıklardan kat ve kat öndeyiz. Ancak, böylesi bir birikime rağmen Uzungöl’ün etrafını beton ve asfaltla kaplayan, mevcut gölleri kurutarak yerine “1000 günde 1000 gölet” gibi projeleri hayata geçiren politikacılarımız var. Daha da kötüsü, kentlerimiz daha beton, sokaklarımız daha asfalt kaplamayı “hizmet” sayan politikacılar felaketlere davetiye çıkartıyor. Eskiden kentler gıdalarını çeperdeki bostanlardan alırken, İstanbul’da Yedikule bostanları, Ankara’da Hatip çayı kenarında bostanlar varken, buralarını yok ettik ve gıdamızı uzak kentlerden almaya başladık. Yetmiyormuş gibi, doğadan su çalmaya başladık. Bugün İstanbul’da günde 2,5 milyon Ankara’da 1 milyon metreküp su havzalardan toplanılarak kentin kullanımına sunuluyor.
Bu sefer çok farklı!
Tarihte bir dizi kuraklık yaşandığını söylemiştik. Ama bu kuraklıkların hepsi doğal iklim değişikliği içinde yer alan aşırı hava olayları idi. O kuraklıklar zamanında atmosferde karbondioksit miktarı milyonda 280 parçacığın altında idi.
Bugün politikalar sadece yeryüzünü değil, yer altını ve atmosferi de değiştirdi. Yeraltında milyonlarca yıldır olan kömür, petrol ve doğalgazı çıkartıp yakarak atmosfere karbondioksit, doğalgaz kaçakları, endüstriyel hayvancılık ve çöplerin ortalıkta çürümesi ile metan, gelişen bir dizi endüstri ile diğer seragazları atmosfere salınır oldu. Bunun sonucunda, Ocak 2014 itibariyle atmosferde karbondioksit miktarı milyonda 397,8 parçacığa çıktı. Sonuçta, sanayileşme öncesine göre yaklaşık bir derece daha sıcak bir gezegene sadece son 150 yılda dönüştü.
Vücut sıcaklığınızın bir derece arttığını düşünün. Sık ve şiddetli terleme ve üşüme yaşarsınız. İşte gezegenimiz iklim değişikliği nedeniyle daha sık ve daha şiddetli kuraklık, yağış, soğuk ve sıcak hava dalgalarını yaşamaya başladı. Hatta bunu hem zaman içinde, hem de o anda farklı yerlerde yaşar oldu. İngiltere’de sel felaketi yaşanırken Türkiye’de kuraklık, ABD’de soğuk hava dalgası ile boğuşurken Avustralya’da sıcak hava dalgaları gezegenin bugün ne kadar hasta olduğunun göstergesi.
Resim bu kadar net iken, bakanlarımızın açıklamaları ise iklim karnelerini saklamaktan başka bir amaç taşımıyor.
İktidarın İklim Karnesi
Bilim, iklim değişikliğini durdurmak, geri dönüşü olmayan noktaya varmamak için seragazı emisyonlarını 1990 yılına göre 2020’de %25-40 mertebesinde azalmamız gerektiğini yıllar önce ortaya koymuştu. Türkiye daha 2011’de 1990 yılına göre seragazı emisyonlarını %124 arttırdı. Bu artışta isterseniz mevcut iktidarın rolünü görelim. Bu rolü sizlere konutlar ve hava ulaşımı üstünden 2 sayı vererek anlatalım. Böylece kentsel dönüşüm ve her kente bir, İstanbul’a 3 havalimanı projesinin sonuçlarını iklim değişikliği açısından görelim.
1990-2002 yılları arasında konutlarda fosil yakıt kullanımı, kömür kullanımının yarıya düşmesine rağmen toplamda hemen hemen aynı kaldı. 2002’den sonra resim yapılan düzenlemeler ve rezidans-kentsel dönüşüm politikaları ile çok değişti. 2002’ye kadar, mevsimsel şartlar dışında, konutlarda fosil yakıt tüketimi değişmezken, 2011 yılında, 2002’ye göre, %134 emisyon artışı yaşandı. Böylece, 22,5 Milyon ton karbondioksit eşiti olan emisyonlar 2011’de 52,6 milyon ton’a ulaştı.
Hava ulaşımında ise çok benzer bir tablo karşımıza çıkıyor. Yurtiçi havacılık kaynaklı emisyonlar 1990-2002 arasında %17 artarken, 2002-2011 arası bu artış %209’a çıktı!
Sadece bu iki sektördeki muazzam artış bile, iktidarın sadece yeryüzünü değil, atmosferi de nasıl değiştirdiğini ortaya koyuyor.
İklim Hata Affetmez
Politikacılarımız kuraklığın boyutunu saklamak konusunda çok başarılı değil aslında. Bugün Türkiye’nin her bir köşesinde insanlar gelen tehlikenin farkında. Önümüzdeki yaz sadece kuraklık değil, kuraklığa bağlı tarımsal üretim ve enerji üretiminde sorunlar yaşayacağımızı tahmin etmek çok da zor değil.
Politikacılar yağmur için dua ede dursun, yağışların da bolluk getirmesi de pek olası görünmüyor. Son yıllarda hızla artan anlık ve şiddetli yağışlar ile can ve toprak kaybı herkesin hafızasında. Aşırı yağan yağmurun kuru toprak yüzeyini süpürmesi, ardından gelen sıcak hava dalgası ile kalan organik yüzeyinde yok olması gibi riskler bizleri bekliyor.
Kuraklık konusunda A, B, C hatta D planları olduğunu iddia etseler de, hiçbir planın olmadığını, bütün uygulamaların doğayı tahrip etme, iklimi değiştirme üstüne kurulu olduğunu hepimiz biliyoruz. Toprağı kazma, taşıma, sonra oraya başka bir yapı dikme üstüne kurulu bir ekonomiyi, bunu yaparken kullanılan elektrik, doğalgaz ve petrolden daha fazla vergi alma temelli bir ekonomimiz var.
O yüzden politikacılara söyleyeceğimiz söz ise çok basit; Lütfen rant ve fosil yakıt politikalarınıza tanrıyı karıştırmayın.
Önder Algedik
Bu yazı 23 Şubat 2014 tarihli Birgün Gazetesi’nde ” Rant ve Fosil Yakıt Politikalarınıza Tanrıyı Karıştırmayın!” başlığı ile yayınlanmıştır.